31 Aralık 2013 Salı

nice yıllara...

merhaba

geçen yıl bu vakitler ilk kez merhaba demiştim. şu an yetmiş sekızinci kez merhaba diyorum. bu aralıkta;

sık sık beyaz ciklete selam yollamışım. depresif ayıyı kıskanıp yemek tarifi vermişim. bilmem kaç kere sevgili o gay ve bi gay den bahsetmişim. semiye ve ailesine selamlar yollamışım. iki ya da üç mim e dahil olmuşum

siyaset yapmışım. hiç olmayacak konular uzerinde hakikaten ilginç fikirler üretmişim. bir ara etkinlik yapmaya kalkmişim.

bir sevimli bloggerla buluşup kafasını şişirmişim. bol bol yakışıklı fotorafı paylaşmışım.

önemlisi  sanırım sizleri tanımışım.en önemlisi içimdeki korkudan giremedigim dehlizlere girebilmişim.

dort haneli bir sayının son rakamını arttırma gecesi bu gece. daha önemli değil bnm için. belki durur bi düşünürüm "neler yaptım neler yapabileceğim" tarzında

daha nice yıllara beraber girmek ümidiyle dostlar




27 Aralık 2013 Cuma

topal tavşan yazı...

selamlar

bol oksürmeli bi haftaydı bu hafta. anlaşılan yeni yılı da boyle karşılayacağım.  bolca oksürerek.

tonla ilaca ve aktar çözümlemelerine rağmen hala öksürüyor olmam annem tarafından epey garip karşılandı.  "kelebeğin rüyası" filmini yeni izlemiş olmamız annemi de etkilemiş olacak ki. " muzafferle rüştüyle mi özdeşim kurdun bu sefer. oksür oksür bademciğin patlıcak" demesi bu anlama geliyor olsa gerek.

evcek geriye evrim yaşıyoruz. çeşitli ısınma yöntemlerinden sonra yeniden kömürlü ısınmaya donduk. eski gunler bir bir  ustüme cullanıyor aslında. gece ışıklar sondüğünde tavandaki sarışın ışık oyunları uğurluyor artık beni uykuya.

o bu değil de, yalnız olmak artık ağır geliyor bana. kafama göre bir eşcinsel bayan bulup ev arkdaşı modeline dayanan bir evlilik bile düşlüyorum bazen .

"hep yalnızsın hep yalnızsın olum sen ne ayak" diyenlere. kalabalık içinde tek olmak yalnızlığı daha bir baskın kılıyor. demek istiyorum.

iş ev okul arkadaşları arasında hala aradığımı bulamamak. katmerli yalnızlık.

sonra  da diyorum" havalardandır bunlar yaa " . güneşi görmeyeli günler oldu. özlemiş midir beni acaba?

"imkansızın şarkısı haruki murakami" nin kitabını yeni bitirdim. "elif şafak ın ustam ve ben " ine bir girizgah yaptım. biter birkaç güne. güneşi, huzuru belki kitapları bulurum ümidi hala yeşil, inanılmaz soğuğa rağmen.

20 Aralık 2013 Cuma

karalama....

eşcinselliğin hala arafda kaldığı bir dönemin çocukları olarak geçmişin şanslıları, geleceğin bahtsızları rolünu gayet iyi oynuyoruz aslında.

hayatımızın yedi rengini hiç bir metaforda kullanamadan bir bayrağın üzerinde taşıyanlar da var. sadece birinde kulaç atmaktan yorulmuşlar da

eşcinsellik bir aşırılığın yaşanması değil mi bir bakımdan.

duygu....

şundan yüzde yüz eminim ki birkaç istisna dışında tüm eşcinseller aşırı duygusaldır. ya da aşırı mantıkçıdırlar.

renkler bazında ya çok renkliyizdir. ya da tekilizdir griden ibaret.

tanıyamadım itidali sağlamış bir eşcinsel.

ortada olmanın kaderi bu sanırım yaşananlar hep birer uçta olmak zorunda oluyor.

ki fizik haklı çıksın. ki denge sağlansın. araf az biraz da olsa cennete veya cehenneme yaklaşsın. alacakaranlık ya geceye ya gündüze evrilsin.

beklentimiz bu belki de.

ya da değildir. saydığım onlarca ya....ya lardan birini farklı seçmiş olmamız bizi uçlara taşımıştır.

kim bilir.

belki de ben yalnızımdır sadece bu arafta. sadece ben duyumsuyorumdur hissizliği. yada hissetmekten korkmayı tek ben yaşıyorumdur kendi kabuğumda.

başka kabuklarda varsa böyle bir kahraman. beklerim kabuğuma

sağlıcakla....

13 Aralık 2013 Cuma

acı gerçeklik darbesi

selamlar

iş arkadaşlarımdan bahsetmiştim. malum hepsi gençler. en büyüğü ile aramıza 7 yaş var ki bu bile 35 i geçmez demek.

ama şöyle bir denk gelme yaşandı. bir ay içerisinde dört iş arkadaşımda baba oldu. demek kedilerde olduğu gibi bizimkilerin de zamanı var diye az düşünmedim. bunu yazmamdaki sebep ise elbetteki babalık kutlaması değil. bu gün yaşadıklarım.

iç anadoludan gelip hanımının işi sebebiyle buraya yerleşen bir arkadaşımın oğlu bugün doğdu. yakınları yetişememiş. ani bir şekilde doğum olması gerekiyormuş.- olayları çok bilmediğimden miş li kip kullanıyorum.- yalnız gitmesin dedim hastanede buluşaşalım demiştim önceden.

sabah sekiz de tüm ayazı suratımda hissederek hastaneye gittim gelen telefonun üzerine. saat on iki gibi kapı açıldı arkadaşımın ismi söylendi. ilk  kez baba olmanın heyacanı mı yoksa "olum şimdi napcaz biz ya" düşüncesinin korkusundan mı lap diye yığılıverdi garibim yere.

çocuğu bana verdiler.....

***

o an ! anlatamam. gri mavi arası bir çift göz bana bakıyor. eller sarıldığı bezin dışında kıpır kıpır. yeni doğmuş bi bebeğin buruşukluğu yok üzerinde gayet dinç. kollarımda tuttum öyle. sonsuza kadar da tutabilirdim. saç diplerimden ayak tırnaklarıma kadar çok enteresan bir hale büründüm." alıp bunu kaçsam" bile dedim içimden.

arkadaşımı bu sırada müşahade odasına almışlar serum takmışlar tansiyonu çok ani düşmüş. heyecandan muhtemelen.yemek de yememiş. hemşire çocuğu almak istedi ama babası görmedi daha dedim. " siz değil misiniz " dedi. "bensem bu gariban niye bayıldı" dedim sessizce ama duymuş ki sırıttı baya bi. ya da daha farklı bir şeydi bilemiyorum.

babasına uzattım." al bakalım aslan parçanı" dedim. sadece tuttu bir kaç damla yaş düştü gözünden. ne düşündü bilemedim.

bilmek de istemedim çıktım hemen. sonrası standarttır muhtemelen. ama şunu biliyorum ki ben baba olmak istedim. o an istedim yani. bir çocuğu baştan, mudahalesiz yetiştirmek, ufkunu açmak yükselmesi için basamak olmak istedim. bana baba desin, derdini anlatsın. gece bana masal anlattırsın korkunca yanıma gelsin. beraber yemek yapalım istedim. okul toplantılarına katılıp diğer velilere farklı elbiseler giydirelim zihnimizden bunu istedim. fikirlerimiz bile aynı paralellikte gitsin istedim.

ve hala istiyorum....

 ve bu isteğin acı gerçeği ile çetin bir çatışma içerisindeyim....

neredeyse imkansız gözükse de istiyorum. bir gün gerek bir beraberlikle gerek yalnız baba olmak istiyorum.

bakalım belki gelecekte belki vardır böyle bir süpriz. yalnız ebeveyn olunur ya da uygun bir partner ile bu karara varılır. bakalım neler gösterecek hayat.

görüşmek üzere ...

6 Aralık 2013 Cuma

karalamalar....

tüm kıyıların tükendiğini bilmek onu ararken nasıl bir umutsuzluksa öyle bir ruh haliyle yazıyorum bunları.

hepsi pek bir olumsuz olabilir yazdıklarımın ya da aşırı.

"her şeye sabır. tamam amenna. lakin şu zamanın çıldırtıcılığına sabır en zoru" mahiyetli bir yazı okumuştum geçenlerde.

 zamanın çıldırtıcılığı...

son zamanalar da sürekli geçmiyor dediğim zamanın takvimlerdeki hızlı kayışını hatta usta manevralarla rafting yapışını izlediğimde "neden bu kadar hızlı geçiyor" hayıflanması sardı tüm benliğimi

üzüntümü bile gerçek zamanlı yaşayamazken ya da sevincimi. her daim gecikmeli... geçmeyen zamandan daha çıldırtıcı değil mi bu durum ?

her iki ihtimalde de  zaman olgusunun yıpratıcılığı söz konusu. suların kesilmek üzere olduğu bir anı hatırlayın küçüklüğünüzden. oluk oluk akmasını beklerken serçe parmağınızı kalın gösterecek bir su dolar avcunuza. ya da yine bir su kesintisinden sonra normal debisinde beklediğini su birden öksürmeye başlar." hay " lı cümleler kurarız bazen usulca bazen komşuları da şahit tutarak.  bu iki durumda çıldırtıcıdır. ortası değil. aynı günümüz zamanı gibi...

hem zaman deyince neden hep " su " lu örnekler veririz ki. akışkanlığa atıfta bulunmak mı amacımız? kan akıcı değil midir? ya da irin? onlar başka metaforlara mı gebe? ya da  onların susuz birer hiç olduğunu biliriz de ondan mı ses etmeyiz zamanın her türlü serkeşliğine rağmen onsuz anlamsız olacağımızı bildiğimiz gibi.

görüşmek üzere