28 Temmuz 2013 Pazar

mimlendik

efendim merhabalar

malum blog dünyasında yeniyim. öyle her  blogun geçmişini arayıp taramışlığım yoktur da.- o gay ben de nin blogunu hariç tutmak lazım. sanal aleme giriş kapımdır ogay .yeri başkadır. yazılarını defalarca okumuşumdur. hazır yeri gelmişken ,sular seller gibi hızla askerliğini tamamlamasını canı gönülden temenni ettiğimi dillendirmek istiyorum.-

yazılarını okumaktan çok keyif aldığım sevgili uska mimlemiş beni. taze blogculardan olmam hasebiyle hoop atladım hemen. bu arada uska ya da değinmeden olmaz. blogunun adından anlaşılacağı gibi hayatın espirisini çözmüş bir genç. gerisini siz okuyun efendim .

hemen mim sorularına geçiyirum.

Ben kimim?

25 yaşında zorunlu öğretmen gönüllü sosyolog adayı. en net özeti bu sanırım. eşcinsel kimliğimi de buna eklersek baya renkli oluyor aslında. bol kimlik bocalaması. iyi garnütür aslında :) 


Blogun adı nereden geliyor?

-ımtırak eki bence biz eşcinselleri çok güzel anlatıyor. ne ordan ne burdan bir hali anlatmanın en kestirme yoludur bence -ımtırak eklemesi. yeşilimtırak mesela. yeşil gibidir ama değildir de. erkeğimtırak. erkek gibiyim. ama tam olarak değilim gibi .


Blog açmaya nasıl karar verdin?

blog açmaya asıl karar vermem sevgili kaan vesilesi ile olmuştur. o gay aracılığı ile tanıdığım kaan ı bir çok standartımız benziyordu. öğrenim branşları, edebiyat merakı, dedim "aga ben de yazarım" öyle çıktı yani. - biraz fesatlık mı etmişim ne yapmışım bak şimdi dert düştü içime. öyleyse kaan a bir özür yolluyalım.- 


Neden kişisel blog?

nedeni çok basit. birilerine, ihtiyacı olan birilerine " olum bu adam hem eşcinsel hem şu işleri yapıyor. ben de eşcinselim ne eksiğim var şu yağ tulumundan " deyip, gaza gelmesi ana amacımdı. sonra saptı belki. mesaj verme girişimlerim olmuş olabilir haddimi aşarak. ama o an öyle düşünüyordum. düşündüklerimi yazmak değil midir kişisel blogun bir işlevi de.


Kişiliğin?

tipik bir terazi burcu kişiliği.  konuşmayı sevse de dinlemeği kendi için daha zevkli bulan, estetik olan her şeyi yanında tutmak isteyen, hayalperest, insan eksenli, pollyannacı -hem de azılısından- kişilik benimkisi de. "memnun musun?" deseniz " valla atsan atılmaz satsan satılmaz naparsın çekicez" derim. daha net olan kişilikleri çok özenmişimdir. benim sağm solum belli olmaz. hayalcilikten olsa gerek.

Hoşlandıkların? 


her an her şeyden hoşlanan bir yapım mevcut. bir dost ile içilen kahve yapılan muhabbet gibisi yoktur. sevgili beyaz ile yapmayı çok istediğim bir şey mesela. sohbetine doyum olmuyor. bir de semiyi katsak bu halkaya off ki off . dünyanın en keyifli adamları arasında bir numaraya yükselebilirim. iddalıyım yani bu konuda. bir de ömürlük bir aşkın gölgesinde aynı evi paylaştığım kişiyle el ele film izlemek bu da ilki kadar olmasa da hoş birşey. 


Hoşlanmadıkların?

hangisinden başlasam bilemedim. yemekte ağız çaplatılmasından tutun da , sokak ortasında -çok afadersiniz- münasip bir yerlerini karıştıranlara, gürültüden sonradan ısınmış pilava kadar çok fazla hoşlanmadıklarım mevcuttur. 


En son okuduğun kitap?

çoklu kitap okumayı severim. o yüzden bu soruyu çoğul kipiyle ele almak taraftarıyım. elif şafak araf. murathan mungan erkeklerin hikayeleri, ve suat yıldırım ın kuran meali son bitirdiğim kitaplar ailesi. 



evet gelelim şimdi zurnanın zırt dediği yere. üsteki açıklamamda da belirttiğim gibi eğer daha evvel bu soruları cevapladıysanız, pas geçiniz. ama ben sevgili beyazın, sevgili fatih in ve sevgili depresifin kaleminden bu soruların cevağlarını görmek isterim. soruları beyenip de "yahu ımtırak bizi yazmamış ama ne yapsak" diye düşünen dostlar olursa da hiç durmadan yanıtlasınlar efendim.

çok sevgiler çok saygılar


25 Temmuz 2013 Perşembe

filmden nerelere


Merhaba

Sevgili  o gay” bir film önerisinde bulunmuştu.” Sala samobójców (Suicide room. İntihar odası. )” Tavsiye niteliğindeki yazısında ilgimi çeken birkaç kelime görüce saldırdım filme bildiğiniz. İndirmeler, müsait zaman bulmalar derken yeni izledim filmi.


Beni baya eskilere götürdü film. Her defasında lanet okuduğum dağ başı yatılı lisesi birden gözüme sevimli gelmeye başladı. Sevimli abartı olmuş olabilir tabi de işte iyi huylu diyelim bari.


Lise hazırlıkta sınıfımın en kalıplısıydım. Nedendir bilinmez bu erken gelişimim lise birinci sınıftaki hayal karartan olaydan sonra sadece en kısmına oldu. Hücresel travmaymış. :P Boyum hala 175. Kardeşiminki 189 dayımın dedelerimin amcamın 185 üstü olduğundan azıcık haklılar gibi.


Bu fizikten dolayı okulun zaten ebedi açık kadrosuna sahip  olan güreş takımına alındım. Zaten filmi izlediğinizde “anaaaa” deyip ne demek istediğimi anlayacaksınız. Bu durumu  birkaç kişi fark etti o an. Ama dağ başındaki o lise internete hatta baz istasyonlarına bile o yıllarda sahip olmadığından  çok yayılmadı. Taa ki beni lise birde resmi bir tatilde yurdun az mevcutlu olduğu bir zamanda kıstırmalarına  kadar. Gerisi malum….


Sosyal medyanın linç edici yönü maalesef çığ gibi büyüyor. Bir film diyebilirsiniz. Ama daha birkaç gün evveline kadar Şafak Sezer e de aynı yapılmadı mı ? Adamın filmlerini izlemem bile. Lakin bize göre menfi ya da müspet bir durum içine girmesi illa psikolojik linç başlatma sebebi midir? Yaptığı doğru veya yanlış, asil ya da alçakça ne olursa olsun kendi fiillerinden kendisinin mesul olacağının farkına bile varamıyoruz.


Ayrıca sosyal medyanın şöyle bir etkisi de var. Duygular dünyasında cesareti çok ön plana koyuyor. Buna ben de dahilim. Normalde olabildiğince hızlı konuşan bazen kekeleyen biriyim. – varın düşünün öğrencilerin halini- . Burada  bu durudan eser bile yok. Bu genişletilebilir. Bu durum fıtratında şiddet önemsenmeyecek ölçüde var olan bireyleri bile” sosyal medya palalıları” haline getiriyor.


Bir de sevgili o gay in bir sorusu daha vardı.” İnsanı ne kadar etki altında tutabilirsiniz?” mahiyetinde. Karakterimiz üzerinden yola çıkarsak, zaten bir linç girişimi maduru. İlgisiz aile kurbanı. Etki altında tutmaya bile gerek yok sanırım.kuzu modunda konrol altına alınacaktır.


Görüşmek üzere dostlar





22 Temmuz 2013 Pazartesi

hayalet


Yastığın yüzümde yol yol iz bıraktığı bir anda yitirdim inancımı aldığım derin nefesle birlikte. İnancım hayaletlerin olmadığı yönündeydi. Artık şehir merkezindeki bilmem hangi ağaçtan imal edilmiş sunta levhanın üzerine ben de not düşebilirdim. “İnancımı kaybettim”. Notumun diğer kayıp ilanlarından tek farkı inancıma ait bir portenin olmazdı. El yazıları bile aynı olurdu. Hüsran dolu, gerçekliğin ağırlığı altında ezilmiş ellerin izleri.

Ölenlerin  tekrar bu dünyaya aramıza dönmeyeceğine inancım kati idi. Sarsılmazdı. Hayaletin olmaması gerekirdi. Giden, terk eden , gönderilen hatta sürülen yeni konumundan memnun olmalıydı, zorundaydı.  Kurduğum tüm bu gerçeklik, yastığın yüzümde yol yol iz bıraktığı bir anda buzdan buhara dönüştü.

Kurulan gerçeklik dünyasında yeri olmayan duygularıma kırık kalemle imzaladığım dar ağacı biletini uzatırken, gideceği yerde baki kalmasını beklemiştim. Yastığın yüzümde yol yol iz bıraktığı o an beklentimin hiç de gerçek olmadığının gerçeği doldurmuştu içimi. Tüm haşmetiyle yıllar önce sürdüğüm duygularım yeşil kıyafetleriyle buruk bir tebessüm yolluyordu zihnimin en kuytu köşelerine, eskiden yaşadığı yerlere.

ne yapmalı şimdi. o metruk yerlerin örümcek ağlarını mı temizlemeli yoksa benzer bir bilet daha mı imzalamalı ebedi yok olacaklarını ummadan.

20 Temmuz 2013 Cumartesi

Istanbul


Selamlar

Baktım baya bir zaman geçmiş aradan. Yazmak güzel olur dedim. Şimdi klasik tepkiyi vermek istemiyorum ama ramazandan mı yoksa havalar mı sıcak ya da ben bazı melekelerimi kayıp mı ediyorum bilemiyorum. İki kelimeyi bir araya getirip yazamadım işte.

Bu gün itibari ile yıllık iznime çıkmış bulunmaktayım. Odam aldı başını gidiyor. Bir toparlama yapmam gerekiyor ama kafamı kaldırsam bir. Gerisi vallaha kolay J .


Bayram sonrası kardeşimin üniversite kayıtları var. İstanbul a yerleşeceği kesin gibi. Çünkü başka tercih yapmadı. İletişim İstanbul da okunurmuş. Haklı da . O dönemde bende İstanbul a gelirim sanırım. Zamanım yetersiz de olsa Eminönü nde her türlü hastalığı göze alıp-annem küçükken öyle korkutuyordu beni hala etkisi mevcut – haşlanmış mısır yerim sanırım. Demirlerin arkasına geçip balık tutan insanların yanına oturup, onları izleyerek.Ya da  hala bulabilir miyim bilmiyorum ama kaybolduğum bir gün Beyoğlu nda keşfettiğim bir sahafta sararmış kitap kokularını yıllık olarak ciğerlerime doldurabilirim. Oradan bilmem ne kadar yürüyüp ayaklarımın ağrıdan zihnime isyan ettiği dakikalarda Ortaköy de olursam bir kumpir ziyafeti çekebilirim kendime. Belki de balık. Gözüme ne kestirirsem artık.


Sonra ver elini esenler. Geri dönüşü beklemek. Yıllardır İstanbul a gitmeyi beklediğim gibi.  

İstanbul. Aşk şehrim benim. İlk ve sonumla geçirdiğim en hoş anılarda arka plan hep İstanbul. Ya Silivri deki Mimar Sinan ürünü köprü. Ya bir Üsküdar Eminönü vapuru. Ya Anadolu kavağındaki o bol kedili balıkçı köyü. Hepsinde eli elimde. Bazılarında dudağı dudağımda.

“Geçmişe özlem geleceğimizi belirler” demiş birileri. Belki bende anılardaki İstanbul u arıyorumdur. Ya da İstanbul a da vurulduğum için o anılar hep tazedir.

Gidince öğreneceğim sanırım. 



sevgilerle dostlar

8 Temmuz 2013 Pazartesi

fikir üretmece....

selamlar

aklıma birşey geldi dün evde ders çalışırken. cadılar bayramı tarzı bir partiye veya organizasyona katılacaksınız. tek koşul giydiklerinizde sadece bayrağımızın altı rengi olacak. ne aksik ne fazla

ne olurdunuz? ne tasarlardınız?

not : nerden geldi bu fikir aklıma bilmiyorum. sanırım "goboti" ye eşcinsellere yönelik bir tişört tasarımınız varmı sorusunun yanıtsız kalması üzerine tişört tasarlamaya kalkıştım zihnimde. sonra nasıl bir çalışma mekanizması varsa fikir alemimin iş buraya kadar evrildi .

5 Temmuz 2013 Cuma

sosyal medya mı? ne kadar sosyal?

merhabalar

yahu diyordum bu gün de bir meseleye değinmeden gırgırına bir yazı ama ne mümkün :)

efendim. sosyal medyada ne fenomenim ne de öyle bir arzu içerindeyim. işimi görüyor mu? muhabbetimin vesilesi mi? kafi

ama anlaşılan yurdumun güzel eşcinsellerinde farklı etkilere sebebiyet veriyor bu olgu. benim bu kadar takipçim var diyerek sanal alem dostlarıyla iş götüren, sevildiğini düşünen, sosyal olduklarını kendilerine ikna etmiş asosyal bir kitle bildiğimiz bir hegamonya kurmuş durumda.

"benim sözümün üstüne söz söyletmem" diyen "getirdiği yoruma farklı bir bakış açısını kaldıramayan insan eşcinselliğin ruhunu nasıl yakalayabilir ki

biz renklerle farklı düşüncelerle daha güzeliz daha özeliz. buradan sevgilerimi yolladığım bir blogger arkadaşımla son dönem siyasal gelişmeler üzerinde derin git geller yaşadık. sonuç. iki farklı renk birbiriyle çarpıırsa biliniz ki oradan yeni bir renk doğar. bizim de yeni bir rengimiz oldu. ne o ne ben kendi rengimizden taviz vermesek te heybemizde yepyeni bir renk katılmış oldu.

biz nereye gidiyoruz gerçekten.?salt cinsellik salt partiler, klüpler,eğlenceler, neler oluyor? üretenler nerede?tüketim seferberliği ne zaman tükenecek? biri de ben oturdum şöyle bir çalışma yaptım diyecek mi acaba fil dişi kulelerinde oturan modern tabirle " fenomen" olan" ekmek yoksa pasta yiyin " zihniyetçiler.

çok mu radikalim acaba bu konuda ya da ulaştığım 3- 4 kişinin fikriyle kendimi büyük işler başarmış mı hissediyorum? eğer öyleyse bu yanılgıya nasıl kapılıyorum?

yorum dostlarım yorum yoksa benim motor yanacak bu kadar açık

3 Temmuz 2013 Çarşamba

popcorn time .....



Selamlar

Bir film izleme talihsizliğinde bulundum yine. Talihsizlik diyorum çünkü film çok harikaydı. İşlediği metaforlar,  duygulardaki giriftlik, beni uzak ülkelere götürdü. Geldiğimde ise o kadar yol gitmekten mi, yoksa ellerimin hep boş kalacağı gerçeğinin ağırlığından mı tükenmişlikle dolu uzanıverdim yatağa.

“Le Fate Ignoranti”  bahsettiğim film. “cahil periler”. İngilizceye “ the secret life” olarak gayet kısırca çevrilmiş. Yönetmen bir türk olmasaydı, muhtemelen bizde de böyle bir kısır isim çeviri olurdu. Yönetmen türk demiştim. Ferzan Özpetek. “Mine Vaganti” ya da “serseri mayın” da aynı yönetmenin gözünden bize aktarılmıştı.

Gelelim filmimize. Bana çokça sorular sordurdu yattığım yerde. Aşk paylaşılabilir mi? İkiyi bir eden olgu nasıl bölünebilir? Eğer bölünemezse yalan söyleyen mi günahkar, söyleten mi? Ya aşkın diğer yarısını elinde tutmak isteyen… Ona ne demeli?

Dedemin insanları filminde ozan karakterinin büyümüş hali girite giderken gemide “ahh metaforlar çıkın aklımdan” diyor. Özneyi değiştirip yineliyorum aynı ses tonuyla zihnimde” ahh sorular çıkın aklımdan”

 Filmler böyle yapıyor beni. Bedenen bitkin, düşünce yönüyle hırçın. Normaldir belki böyle bir şey. Ama olmasın istiyorum olsun istediğim kadar. Gitler ve geller… Hayatım ayın karşı konulamaz cazibesine kapılmış devasa bir su kütlesiymişçesine  bağımlı gibime geliyor. Elimi tutan olsunda istiyorum gece uyurken, yalnız soğuk yataklarda güne merhaba demekte. Mavi de olmak istiyorum, pembe de. Abartmak istiyorum, söndürmekte.

Facebookta selam verdiğim birine direk soru yağmuruna dediği şey geliyor aklıma “ relax olacaksın”. Mümkün mü?

Not : “neredesin aşkım” videosunu izledim. 86. Saniyede çıkan uzun saçlı sakallı kırmızımsı V yaka tişörtlü  arkadaşa buradan sesleniyorum. “Abi mahvettin beni”. Aynı görüntüyü tekrar tekrar açıp sadece ilgili kısmı izliyorum. Belki tanışırız bir gün. –sanki okuyacak da işte  laf  benimkisi de –

Sağlıcakla dostlar


2 Temmuz 2013 Salı

tavşan yazı

merhaba dostlar

bakalım bu sefer tavşanımız bizi hangi deliğe götürecek.

evimiz manisanın köklü bir semtinde evler birbirine olabildiğice yakın ne var ne yok duyuluyor. odamdan terasa açılan bir kapı var . terasta komşunun balkonuyla tam kahve muhabbeti yapma kıvamında. komşunun 1.90 lık atletik oğlu eve kız arkadaşını getirmiş. balkonda oturuyorlar. ben de terasta Elif Şafak ın Araf isimli kitabını okuyorum açmakta olan glayörlerimizin arasında. tabi kulak misafiri olmamak imkansız.

başta bol aşkımlı, bol bebeğimli, gayet iğrilti- böyle mi yazılıyor bakmadım şimdi ama yöresel olarak biz böyle teleffuz ediyoruz- duran sıfatlarla birbirlerine hitap ediyorlar. ee gençler sonuçta. biraz zaman geçince oğlan heyecanla birşeyer anlatırken kız arkadaşına da arada hakaretler ediyor. " kızım sen salak mısın?" "gerizekalısın kızım sen" paralel evrene geçiş yaptığımı felan düşünmeye başlayacak kadar ken beynime sıçradı. ama daha yeterli değilmiş ki kızdan oğlana ağza alınmayacak galiz bir küfür savruldu ki nevrim döndü. 20 dakika önce aşıklardı bunlar birbirine

irticacı-eskiye özlem düyan manasında ki gerçek anlamıdır- değilimdir.ama birden düşünmeye başlayınca "aşk" kavramına neler oldu demekten alamadım kendimi. elimdeki kitap arafı yaşayanları anlatırken, aşk çoktan arafı geçmiş, kabuk değiştirmiş  özlediğimden, hasretini çektiğimden bambaşka bir cisme bürünmüş yaslandığım duvarın hemen bitişiğinden  sesini duyurdu bana.

nerde dedim o yarin düşmüş mendiliyle sarhoş olmalar. nerde kuytu köşelerde buluşmalar. gül kokulu mektuplar. ne oldu onlara. gömdük mü ? sürdük mü? modern zaman piramitlerine kalbini çıkartıp kurban mı verdik? ne yaptık ?

dedim ki hasret çok az bulunana bende. daha önce izlediğim bir filme gitti aklım. israil almanya ekseninde geçen bir film. ismini unuttum. almanya da bir eşcinsel barda alman eşcinsel israilli ajana şu manada bir kaç şşey söylüyor "benim gibi olan bu kadar azken bir de yönelimlerimizle -a p durumuna gönderme yaparak- seçeneklerimizi kısıtlamak çok acımazca olmaz mı?" böyle bir duruma sahibiz gerçekten. ve böyle bir ortamda mazide bir hatıra olan aşkı arzuluyan ben . çok ümitsiz vakayım :)

tavşan yazı dedik ama sevgili tavşanımız bizi derin kuyuya sürüklemiş. çıkıp yeniden sıçraması gayet zor. en iyisi mi bu günlük bu kadar diyelim

kendinizi koruyun dostlarım. aşk katilleri her yerde

1 Temmuz 2013 Pazartesi

dün

selam dostlar

önceki yazımdan hatırlarsınız. istanbula gelmeme kararı almıştım. iyi ya da kötüydü bilemiyorum. alınmış bir karadı sonuçta.

bahsettiğim gibi dün manisayı bir baştan bir başa cıvıl cıvıl renklerde gezdim. gerçekten gurur vericiydi. düşündüm sık sık ne olacağız diye. hala cevap bulmuş değilim.

ama itiraf etmeliyim ki yalnız başına yürümek sıkıcı oldu. istanbulda olmam gerektiğini ısrarla dillendiren yanım çok pis sırıtsa da olan oldu artık. darısı seneye

gezerken balkondan bir çocuğun sesini duydum. " anne bak amca- gol bir- çiçek gibi giyinmiş." annesi " niye oğlum güzel giyinmiş ya" deyince " ama anne balkondaki çiçekte böyle" diyerek şarabi renkli akşam sefayı gösteriyor.

sonra hazır gazı almışken bağa gideyim dedim. gediz nehrinin kıyısı. pis bir nehir gediz ama akan su huzur veriyor bana. gidip oturdum kıyısına. radyodan haberleri dinledim. taksim sakin dediler. ben de sakinledim. sanırım sevgili semi haklı. ben ciddi ciddi korkmuşum. eşcinsel gururumu yavaştan kazanmaya başladığıma göre yeni hedefim eşcinsel cesaretim olmalı dedim akan suya bakarak kurbağa vıraklamaları arasında

cesaret" yüreklilik yiğitlik" diyor tdk. ismimle bezer bir manaya sahip "cesaret" ama bende özellikle bu konuda biraz geliştirilmeye muhtaç sanırım

tekrar gururunu cesaretleriyle harmanlayarak gökkuşağını dalgalandıran eşcinsellere, destekçilerine sonsuz teşekkür ediyorum. güçlü ve emin duruşları sessiz olaysız bir direniş haline geldi. darısı başıma...

görüşmek üzere